2 Kasım 2011 Çarşamba

Başarı...

Hayattaki başarı kavramıyla spordaki başarı aşağı yukarı benzeşir. Yeri gelir sadece belli bir seviyeye çıkmak ya da tutunabilmek bile başarıyken yeri gelir -Barselona'da olduğu gibi hep daha fazlasını istemek ve ulaşmaya çalışmaktır başarı. Düşük tempolu galibiyetler bile insanları tatmin olmaz. Ama burada tezat yok mudur? Başarı sonuç değil midir futbol özelinde bütün sporlarda. Evet düz mantıkla ya da parayla her türlü başarıya ulaşacağını zanneden iş adamlarına göre başarı eşittir nicel bütün herşey. Yani puan ya da puanlar, kasaya giren para, satılan bilet, kulüp mağazalarının yıllık cirosunda artış. Peki biz taraftarlar için başarı sadece maç kazanmak mıdır? Ne olursa olsun 3 puan mıdır?
Yoksa ruh, istek, üstündeki formaya ve oynadığın kulübün tarihine saygı da bu işin içinde midir bizler için. Bir düşünün tuttuğunuz takım 3-0 önde ama oyuncular çok lakayt oynuyorlar, araların tartışıyorlar, arada taraftara atar yapıyorlar, vs. Acaba kaçımız o galibiyetten mutlu olabilir. O futbolcular canlarına dişine takarak oynasalar, uğraşsalar, çırpınsalar da puan kaybetseler. Çoğumuzun ağzından ama helal olsun çıkar bir dizi eleştiriden sonra.
Günümüz endüstriyel futbolunda artık herşeyin maddi bir karşılığı var. Şampiyonluğun bile madi bir değeri var federasyon ve UEFA nezdinde. Peki ya ruh. Uzun lafın kısası başarıya giden yolda maddi ögeler- ki yanlış anlaşılmasın bunları reddetmiyorum ama başarıyla eşit görülmesine itiraz ediyorum.- kadar ruh da önemlidir ve işin kötü kısmı ruh parayla alınmıyor. Bunun  o kadar çok örneği var ki. Chelsea, R. Madrid bu açıdan aklıma gelen ilk örnekler.
Gelelim Göztepe'ye. Göztepe sayesinde 2002 yılı süper Lig şampiyonunu Atatürk Stadı'nda 45.000 Göztepeli ve Lig tv'deki milyonların gözü önünde evire çevire, acı vererek yenmenin mutluluğunu da yaşadım. 2007 mayısında Aliağa Bld. Spor'a yenilerek amatöre düştüğümüz maçta da acı çekme sırası bizdeydi. Tabi o zamana gelene kadar ki çekilen ızdıraplarda başka bir yazının konusu. Ama iki seneden beri -özellikle bu sene- takımda ruh eksikliği göze çarpan en önemli eksik. Her maça sanki 2-0 önde başlıyoruz. O kadar gevşek, o kadar umursamaz oynuyorlar ki her maç hazırlık maçı havasında başlıyor. Biraz kıpırdayıp gol atıyoruz ama sonra aynı oyuna devam. Fakat gol yediğimiz zaman bütün takım otomatikman öyle bir düşüyor ki. Es kaza takımın yaş ortalaması biraz daha yüksek olsa Allah korusun inme falan iner takıma. Sanki gol yemek dünyanın sonu kıyamet vakti. Onun toparlanması, takımın normale dönmesi de uzun süre alıyor bazen de hiç gelmiyor o zamanlar. En yakın örnek de son maç Adana maçı. 2-0 öne geçtiğimiz halde maç birden 2-2 oldu hiçbir şey anlamadan. Hele bir ikinci yarının ilk yarım saati var ki resmen şaka gibi. Maç 4-2'ye geldikten sonra gösterilen reaksiyonda aman taraftara haftaya maçta protesto etmesin, yani dostlar alışverişte görsün hesabı bir şeydi. Ki bunun örnekleri daha da artırabiliriz. Güngören maçında yenilen golün şokunu atmak bir devre sürmüştü. İkinci yarı iki haklı penaltıyla 3-1 kazanmıştık. Ksk maçında tribünlerin etkisiyle de 20-25 dakika golü yedikten sonra. Fakat bu maçlar iç saha maçlarıydı ve taraftarın daha umutları körelmeye başlamamıştı. O yüzden her zaman destek vardı homurdanmalar yerine. Deplasmanda ise buna karşı duruş göstermek için hem futbolcunun sahaya birşey koyması gerekir hem de kenardan teknik direktörün de müdahale etmesi, futbolcunun ortaya koyduklarını yönlendirmesi gerekir. Ama görülen o ki bu iki unsurda olmayınca biz taraftara statda ya da televizyon karşısında kahrolmak düşer.
Altyapıya yatırım yapmayalım, alabildiğimiz kadar ucuz oyuncu alalım, fazla para harcamadan takım kuralım, biletleri de Süper Lig takımlarının fiyatlarına yaklaştıralım. Bizi zor günlerden kurtardıkları için başkanın ve onun profesyonellerinin yaptığı hiçbir şeyi eleştirmeyeceğiz diye bir kural yok. Maalesef görülen o ki takımın kuruluşundan, transferlere kadar çoğu alan da yetersizlik göze çarpıyor. Biz Göztepe taraftarları olarak o kadar eziyet çektik ki. Bu yüzden futbolu da, futbolcunun da takım için mi cebi için mi oynadığını çok iyi anlarız. O yüzden belki de Türkiye'de sayıdaki taraftar kitlesinden biriyizdir bu açıdan. Sayın karar vericilerin de taraftar tepkisine karşılık verirken bunları da göz önünde bulundurmaları bundan sonraki süreç için daha sağlıklı bir ortam oluşturulmuş olur.
Son söz futbolculara. Oynadığınız kulüp Türkiye'nin en büyük kulüplerinden biridir.Taraftarının ünü ülke sınırları dışına çıkmıştır. O yüzden çoğunuzun kariyeri ne bu kulübe ne de bu taraftara saygısızlık yapmaya yetmez -ki zaten dünyada daha öyle bir kariyer yok - buna izin vermez. Hepiniz transfer taksitlerinizi gününde alıyorsunuz, deplasmanlara gittiğinizde en güzel otellerde kalıyorsunuz. Ama en önemlisi de Göztepe'de oynuyorsunuz. Bunun gururu ileride size yeter ama siz de bu formanın hakkını verin. Maç kazanılır ya da kaybedilir. Sonuçta bu bir spor. Bunun telafisi de olur, mazereti de olur. Hakem deriz, zemin deriz, hava deriz, unuturuz. Ama ruhsuzluğun, formaya saygısızlığın, boşvermişliğin telafisi de özrü olmaz. Eğer hala bazı yerler eksik kaldıysa 12 yıl önceki bu kadroyu ve şampiyonluğun hikayesini araştırın ya da etrafınızdaki Göztepelilere sorun.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder